8 Temmuz 2010 Perşembe

Vampirler

"Karpatyalılara hoşgeldin arkadaşım .Seni sabırsızlıkla bekliyorum.Bu gece iyi uyu .Sabah 3'te Bukoniva için parti başlayacak;senin için hazırlanmış o yerde. Borgo Pass'de at arabam senin için bekliyor olacak ve seni bana getirecek.Umarım Londra'dan başlayan yolculuğun iyi geçmiştir ve umarım ki benim güzel evimde kalmaktan hoşlanacaksın. "

Dracula, Bram Stoker

KAN YAŞAMDIR

Vampirleri nasıl açıklayabiliriz? Efsane mi yoksa sadece bir söylence mi, bir romantiğin veya gotik yazarların yazdığı bir hikaye mi?Ya da vampirler gerçek mi?

Vampirlerin kökeni hakkındaki genel kanı çoğunlukla ,1931 yapımı klasiklerden biri olan ve Bela Lugosi'nin oynadığı "Dracula" filmiyle ortaya çıktığıdır. Kafamızdaki vampir imajı her zaman kültürlü bir Avrupalıdır, soylu sınıfın yaratığıdır,büyük ve kasvetli bir şatoda yaşar ve görkemli eşyalara sahiptir.Ama asla şarap içmez. Değişik bir damak zevki vardır ve bu da bizi ondan ayıran şeydir. Kan! Vampir kendisi sahip olmadığı için yaşayan bir canlıdan taze kan içmek zorundadır.

Son yıllarda Vampir kavramı Amerika'ya kadar yayılmıştır. Özellikle New Orleans çoğu zaman bu nedenden dolayı Amerikalıdan çok Avrupalı gibi görülebilmektedir. Anne Rice'ın Lestat'ı ve diğer filmlerdeki vampirler yada vampirle Görüşmenin verdiği vampirler hakkındaki bilgiler Kont Dracula'dan farklı değildir. Örneğin vampirler aynı şekilde bilgilidir, kültürlüdür, şıktır ve aynı zamanda canavar ruhludur. Ek olarak şehvetli ve baştan çıkarıcıdır. Bu da bizim modern Vampir görüşümüzün bir diğer unsurudur. Aynı zamanda Vampiri diğer kötü ruhlardan ve hortlaklardan ayıran unsurdur. Vampirler cinsel bir çekime sahiptir.

Ama kan tutkusu ve erotiklik vampirin tek özelliği değildir ya da anahtar kelime bu değildir. En önemli özellik vampirin ölü oluşudur.Bu da kafamızdaki ölümle ilgili tüm düşünceleri ve soruları bir anda ortaya çıkarır. Böylelikle ölüm hakkındaki kaçınılmaz korkularımız ve kabuslarımız, vampir hikayelerini beslemiş olur.

"Kan yaşamdır," der Bela Lugosi'nin Dracula'sı (orijinal olarak İncil’de geçen bir sözcedir); daha sonra şöyle ekler ,"ölmek ,gerçekten ölü olmak ..Gerçekten görkemli bir şey olmalı.. "Ve bu eski zamanlardan gelen ölümün,yaşamın ve kanın önemini anlatan sözler vampirin çok eski çağlara dayanan gizemini de aynı şekilde açıklamış olur. İlk vampir Kont Dracula değildi. İlk vampirlerin kökeni İsa'dan asırlarca öncesine ,modern zamanlardaki sözde şeytansı vampirlerin büyük düşmanı olanlara kadar gider.

Vampir efsanesi ilk uygarlıklardan olan Asur ve Babillilere kadar dayanmaktadır. Asıl vampir bugün bildiğimiz kültürlü nazik Avrupalı aristokratlardan değildi. Vampir başlangıçta sadece bir canavardı!

TARİHTEKİ VAMPİRLER


Vampirler ne zaman başladı? Diğer bir çok efsane gibi başlangıç tarihi tam olarak bilinmiyor;ama vampir hikayesinin kanıtı Mezopotamya’daki Tigris (Dicle) ve Euphrates (Fırat) nehirlerinin yakınındaki Kildani’de, kil yada taş tabletlerin üzerine yazılmış Asur yazıtlarında bulunmuş olabilir. Kildaniler diyarına, İncil’de geçen Abraham'ın asıl evi olan "Ur of the Chaldeans" da denir.

"Lilith", İbranilerin kutsal kitabında geçen muhtemel vampirlerden biridir ve kitapta tasvir edilmiştir.İsaiah'ın kitabında geçiyor olsa bile Lilith'in kökleri daha çok Babillilerin "demonolojisine" benzer.Lilith geceleri bir baykuş görüntüsüne bürünerek dolaşan bir canavardı.Avlanmak için yeni doğmuş çocukları ve hamile kadınları arardı. Lilith, geleneğe uygun olarak Adem'in,"Adem ve Havva" olmadan önceki karısıydı, ama daha sonra şeytanın tarafına geçti çünkü Adem'e itaat etmeyi reddetti.Bir takım olağandışı tutkuları vardı ve doğal olarak kötünün gözüyle bakıyordu.Ve sonuç olarak Adem 'in ve Havva'nın çocuklarına (yani tüm insan soyundan olanlara) saldıran bir vampire dönüştü.

Vampirlerle ilgili söylenceler Akdeniz’deki Mısır, Eski Yunan ve Roma uygarlıkları boyunca süregelmiştir. Eski Yunanlılar, çocuklarını yiyen ve kanlarını içen strigae veya lamiae'ya inanırlardı. Lamia mitolojide Zeus'un aşığı olarak geçer, fakat Zeus'un karısı Hera ona karşı savaşmıştır. Lamia delirmiş ve kendi dölünü öldürmüştür. Daha sonra da geceleri diğer insanların çocuklarını da aynı şekilde öldürmek için avlanmıştır.

Örneğin, Yunanlılar ve Romalılar tarafından bilinen bir hikaye Mennipus adında genç bir adamın düğününden bahseder. Düğünde tanınmış bir filozof olan Tyana'li Apollonius çok güzel olduğu söylenen gelini dikkatlice inceler. Apollonius sonunda gelini vampir olmakla suçlar ve hikayeye göre (daha sonra bu hikaye MS 1. yy’da Philostratus isimli bir akademisyen tarafından anlatılmıştır) gelin "vampirizm"i kabul eder. İddiaya göre Menippus ile evlenmesinin sebebi elinin altında içecek taze kan bulundurmak içinmiş.

Vampir hikayeleri canavarların kiang shi. diye adlandırıldığı eski Çin'de de yer almaktadır. Aynı şekilde eski Hindistan ve Nepal'de de vampirlerin yaşadığı öne sürülmektedir (en azından efsanevi olarak . Mağara duvarlarındaki eski çağlara ait çizimlerde bir takım yaratıkların kan içtiği gösterilmiştir. Nepal’e ait "Ölümün Efendisi" elinde kanla dolu, kafatası şeklinde bir kadeh tutuyor ve kanla dolu bir havuzun önünde duruyor halde betimlenmiştir. Bu duvar resimlerinden bazılarının i.ö. 3000 yıllarına kadar dayanan bir geçmişi olduğuna inanılmaktadır. Rakshaslar, Vedas adı verilen eski kutsal Hindistan yazılarında tarif edilmiştir. Bu yazılarda (tahminen i.ö. 1500) Rakshaslar (yokediciler )vampirler gibi betimlenmiştir.Eski Hindistan hakkındaki bilgilere göre bir başka canavar daha vardı. Bir ağaçtan baş aşağı asılmış, yarasaya benzeyen ve kendi kanından yoksun bir canavar. Bu yaratığa 'Baital' deniliyordu.

Diğer eski Asyalılar Malezyalılar gibi "Penanggalen" adındaki bir çeşit vampire inanıyorlardı.Bu yaratık insan başına sahipti ama bütün organları dışarıdaydı. Ve diğer insanların, özellikle de küçük kurbanlarının kanını içerek yaşardı.

Tanınmış vampir yazarı Montague Summers'ın 1928'de yazılmış ve bir klasik olan "Vampir - akrabaları ve Yakınları” nda, İspanyol gezginlerin gelişinden önce vampirlerin Meksika'da yaşamış olabilecekleri söylenir. Ayrıca Arabistan'ın da vampirden haberdar olduğunu yazmıştır. Agul diye hitab edilen "Arap Geceleri Hikayeleri"nde vampir benzeri yaratıklar olduğunu yazmıştır; bu insan eti yiyen bir hortlaktır.

Temeli ruhlara dayalı olan Afrika inançlarında da vampir efsanesine dair işaretler vardır. Caffre kabilesi bir ölünün tekrar geri dönebileceğine ve bir canlının kanıyla yaşayabileceği inancını benimsemiştir.

Bir çok vampir hikayesinin olduğu eski Peru'da ,genç birinin kanının içilerek şeytanın müritlerinden biri olunacağına inanılırdı.

Çok eskilere dayanan ölüm korkusu, büyü, hayat veren kan gibi olgular egzotik diyarlardan ve eski çağlardan günümüze kadar gelmiştir. Bugün ise vampirlerin evrimi hala sürmektedir.

KAN EMİCİ KONTES

Vampir miti,"Blood Countess" olayı gibi birkaç olağandışı bilgiden yola çıkılarak ,tarihsel bir olgu gibi gösterilebilir.

16. yy Macar Kontesi Elizabeth Bathory'nin yaptıkları ,korku hikayelerine rakip olacak cinstendi. Bazıları O'nun şeytandan daha kötü olduğunu söyleseler de ,işlediği suçlar "kötü" kavramının çok ötesindeydi.Bram Stroker, vampirler hakkındaki romanının araştırmasını yaptığı sıralarda Sabine Baring -Gould'un "The Book Of Werewolves " adlı kitabına rastladı.Bu çalışmada "Blood Countess" denilen merhametsiz bir kadının yaptıkları anlatılıyordu.Görünüşe bakılırsa bu hikaye Stroker'ın Kont Drakula'yı yaratmasında esin kaynağı olmuştur. Gerçekte Elizabeth'in kuzeni Stephan Bathory bir gün Transilvanya'da bir prens olacaktı.

Elizabeth iyi eğitim görmüş,akıllı bir kadın olmasına rağmen çok acımasız ve zalim bir kişiliğe sahipti. Anlaşılan kocasının ölümünden sonra ortaya çıkan ölüm korkusuyla ,uşaklarına ve kölelerine karşı sadist davranışlar içersine girmişti. Sonsuzluk ya da uzun hayat olmazsa bile en azından kan banyosu yaparak genç görünümlü bir ten elde etme çabasındaydı. Kocası bir asker olarak, savaşta esir düşmüş Türk askerlerine duygusuzca işkence ederdi ve Elizabeth aslında, nasıl zulmedileceği hakkında bilgileri kocasından almıştı.

Söylendiğine göre Bathory, çok sayıda kadın öldürmüş ve yaptığı insanlık dışı eylemlerinde kendinden mevki olarak aşağıdaki kimseler tarafından yardım görmüştür.

Bathory, kurbanlarını dövmeyi alışkanlık haline getirdiği gibi aynı zamanda onları sakat bırakırdı. Yine söylentilere bakılırsa Castle Csejthe adlı evinin yakınlarında kurbanlarından bazılarını kışın karlı ve soğuk havasında üzerlerine buzlu su dökerek dondururdu. Bunun dışında olası yamyamlık davranışları da sergilemekteydi. İddiaya göre Bathory bir defasında, yaşayan hizmetçi bir kızın vücudundan bir çok ısırık almıştır. Blood Countess 'ın genç kalma umutları için bakire genç kızların kanıyla banyo yaptığı gibi efsanevi hikayelerde vardır. Başka bir kaynağa göre de 650 kızı öldürüp kanlarını içtiği söylenir.Yine de kesin olan tek bir şey vardır ki, o da Elizabeth Bathory gerçekten varolmuş ve şeytanca işler yapmıştır.

Ölü sayısı arttığında Bathory'nin uşakları cesetleri şatonun dışına attılar. Kan içindeki ölü vücutları bulan köylüler doğal olarak onların vampirler tarafından öldürüldüğünü düşündüler dedikodular böylelikle yayılmaya başladı.

Bathory 1610 yılında, genç yaştaki kızları öldürme teşebbüslerinden sonra tutuklandı. Büyücülükle ilgisi olduğu iddiası tutuklama nedeni olarak gösteriliyordu. Söylentilere göre, kurbanların cesetleri kanlar içinde şatosunda bulunmuştu.1611 yılında yapılan 2 duruşmada Bathory'nin işlediği suçlar hakkında tek ve gerçek ifadesi alındı.Kendisi bizzat mahkemede ortaya çıkmadığı halde ,uşakları orda bulunuyordu. Mahkemenin ardından Kontes'in sadık uşakları yetkililer tarafından öldürüldü ve Elizabeth, Karpatya dağlarında bulunan şatosundaki yatak odasına ,ölümünden yıllar sonrasına değin hapsedildi. O'nun hakkında anlatılan efsaneler hala devam etmektedir. Bugün bile bazı insanlar Bathory'nin hayaletinin ,anavatanı olan Karpatya'da geceleri etrafta dolaşarak kan aradığını söylerler.

Elizabeth Bathory'nin hikayesi bize, vampir efsanelerinin, akli dengesi bozuk bir katilin gerçek hayatta yaptıklarının yanlış yorumlanmasıyla ne kadar fazla desteklenebileceğini ve cahil insanların inançlarını nasıl beslediklerini göstermektedir.

DRAKULA

Bram Stoker'ın anıtsal eserinin yanı sıra,19.yy.'da vampirler hakkında yazılmış başka eserlerde vardır.1819 yılında Dr. John Polidori "Vampyre"'indeki kahraman/suçlu vampir Lord Ruthven karakterini ünlü şair Lord Byron'un etkisi altında kalarak yaratmıştır. Polidori, temelinde Lord Byron'dan aldığı önerilerle bir vampirin ürkütücü hikayesini ortaya çıkarttı. Bazı insanlar bu hikayeyi aslında Lord Byron'un yazdığını düşünseler de, durum böyle değildir. Hikayenin yazarı Polidori'dir. Mary Shelley'in yazdığı "Frankenstein"adlı eseri ise,o dönemin rekabet halindeki aynı tür vampir hikayelerinin dışında yer almaktadır.

Daha sonra 1872'de Stoker'ın İrlandalı bi yurttaşı olan Joseph Sheridan Le Fanu tarafından "Carmilla" yazılmıştır. Bu eserin Stoker'ın çalışmasını etkilediğine şüphe yoktur.Yine de La Fanu'nun eserindeki vampir dişiydi. Biraz daha geriye bakacak olursak 1847'de yazılmış "Varney The Vampyre" adındaki esere rastlarız. Döneminde popüler bir korku hikayesi olmasına rağmen,kalitesi tartışılır.

Yazılmış bütün hikayeler arasında Bram Stoker'ın "Drakula"sı en iyi vampir hikayesidir. Bir yüzyıldan daha fazla zaman sonra bugün bile 1897'de yarattığı Drakula en çok bilinen vampir imajıdır. Yine de aslında 2 Drakula vardı. Biri Stoker'ın uydurma yaratığı,diğeri ise gerçekte yaşamış olandı. Gerçek olan Vlad Tepeş, kazıklı Vlad ya da şeytan anlamına gelen Drakul olarak biliniyordu. Aynı zamanda O'na "Drakul'un oğlu"anlamına gelen Drakula da deniliyordu.


Vlad Drakula 15.yy'da yaşamış gerçek bir Romanya prensiydi. Ordusunu Türklere karşı kışkırtmakla ünlüydü. Romanya'da bugün bile O'na bir kahraman gözüyle bakılmaktadır.(Örneğin Romanya ordusu, modern bir saldırı helikopterine AHO1-RO Drakula ismini vererek O'nu onurlandırmışlardır.) Kahraman olmasının yanı sıra Vlad bir seri katil ve en favori öldürme şekli kazığa geçirmek olan canavar ruhlu bir adamdı.Bu bir çeşit çarmıha germe işlemiydi,ama kurban çarmıha asılmak yerine uzun,sivri bir sırıkla alttan kazığa geçiriliyordu. Diğer bir şekilde söyleyecek olursak kazık vücudu dikey bir şakilde geçerdi. Daha sonra bu bir orman dolusu vücut,onları seyretmekten ve kulak tırmalayıcı seslerini dinlemekten zevk alan Vlad Drakula için sergilenirdi. İddiaya göre Vlad bir keresinde 20.000 Türkü bu şekilde öldürüp düşmanlarını korkutup uzak tutmak için kazığa geçirilmiş tüm bedenleri bostan korkulukları gibi sıra sıra dizmişti. Vlad caniliğini sadece kurbanlarını kazığa geçirmekle sınırlandırmıyor aynı zamanda onları pişirip doğramaktan da zevk alıyordu.Vlad Drakula gerçek bir vampir olmadığı gibi yine de modern vampir hakkında en inanılabilir tanıma sahipti. Vlad Drakula yemeklerinde kurbanlarının kanlarını çorba gibi ekmeğini batırıp içerdi.Bu söylenti 1463'te bulunan en kurallara uygun ve dürüstçe hazılanmış belgelerden biri olan "The Story of a Bloodthirsty Madman called Dracula of Wallachia"ile uygunluk göstermektedir. Yani Vlad'ın insan kanı içmekten gerçekten zevk alıyor olması oldukça mümkündü.
Vlad Drakula'nın etkisi altında kalan, Bran Stoker'ın yarattığı vampir daha esaslıydı ve oldukça açık bir şekilde bilinen film versiyonlardaki kötü karakterden çok daha çirkindi. ---1922'de yapılan Alman filmi Nosferatu'da Stoker'ın tam olarak istediği gibi betimlenmiş olduğu söylense bile--- Şunu hatırlatmak gerekir ki;efsaneye uygun olarak vampirler esasen çirkin,kokulu,çürümeyen cesetlerdi. Stoker ve 1922 filmi Nosferatu,modern,nazik ve kibar versiyonlarından çok farklı olarak grotesk bir vampir geleneğini izlemişlerdir.
Paranormal dünyada, vampirlerin geceleri dolaşması ve gündüzleri de mezarlarında kalması, astral projeksiyon fenomenlerinden biri olabilir. Bunu a fiziksel bedenden ayrılan ruhun astral uçuşa geçmesi ve üç boyutlu maddesel dünyadan ayrılması olarak açıklayabiliriz. Astral beden fiziksel bedenden ayrılarak –inançlara göre- beden dışı tecrübelerle seyahat eder. Eski dini inançlarda yoğun olarak bahsi geçen bu tecrübe vampirlerin kan ararken kullandıkları bir yöntem olarak algılanmaktadır.
Bunlara ilaveten, vampirizm de geçen kimi psiko cinayetlerin işlenmesinde modern tıpta açıklanan bazı bilimsel temellerin sonuçları görülmektedir. Bu açıklamalar 1990 yılında Daniel C. Scavone’un kabataslak üzerinden geçerek yazdığı “Vampires” kitabında yazdığı senaryolarla bağlantılıdır.
Son yıllarda bazı yazarlar, geçmiş zamanda vampir olduğu iddia edilen insanların aslında medikal hastalıklarının pençesinde oldukları teorisini öne sürmüşlerdir. Bunlardan bir tanesi de günümüzde ‘porfiri’ olarak anılan hastalıktır. Bu hastalıkta kırmızı kan hücrelerinin (alyuvar) yeteri kadar üretilememesi söz konusudur ve bu belirti karanlık çağlarda bilgisiz insanlar tarafından vampirizm vakaları için çıkardıkları bir sonuçtu. Söylemek burada gereksiz olsa bile hala bir çok inananının bulunduğunu farz edersek o insanlar aslında vampir değillerdi. Porfiri teorisini açıklamamızın sebebi sadece şu anki vampirlere inananların irrasyonel inançlarının ne olduğunu göstermek içindir.
Bir başka hastalık çeşidi olan ve yine vampir vakalarında insanların şüphesini uyandıran günümüzde kansızlık hastalığı olarak bilinen anemidir. Kandaki alyuvarların sayıca azalması ya da yetersiz hemoglobin(demir elementi içeren ve oksijeni taşıyan) içermesiyle ortaya çıkan bir hastalık olan aneminin belirtilerinden biri derinin soluklaşması ve soluk darlığıdır ki bu da vampirizmin kesin işaretleri sayılırdı.
Katelepsi ise vampirizm vakalarında yapılan hatalarda görülen bir başka hastalık türüdür. Bu hastalıkta hasta kendiliğinden hareket etme yeteneğini yitirerek bir kez aldığı duruşu değiştirememesi ve bazen tam olarak edilgen duruma gelmesidir. İlginç olan hastanın, normal bir insanın rahatsız olacağı konumlarda hareketsiz olarak uzun süre kol ve bacaklarını tutabilmesidir. Bu da tarihte bazı insanların nasıl diri diri gömüldüğüne ilişkin bir neden sayılabilir. Duyma ve görme yeteneğine sahip olan çevresindeki olanları algılayabilir ve bilinci yerindedir. Kaslarını hareket ettiremediği için yardım çağrısı yapması imkansızdır. Bu psikomotor hastalık vampirizm ile ilgili yaratılan kafa karışıklığına ve insanların vaktinden önce kefen giymesine dair ciddi bir analiz ve hayal gücü üretmemize yardımcı olacaktır. Ortaçağ Karanlığında bu tür belirtiler gösteren insanlardan korkan halk onların vampir olduğunu ve derhal gömülmesini talep etmiştir.
Bu hastalıklar gibi bir çok başka kan hastalıkları ya da fiziksel veya mental rahatsızlık gösteren insanlar vampir veya şeytan özelliklerine sahip oldukları için yargılandılar. Derisi bozulan veya gitgide çirkinleşenlerin de ilkel insanlar tarafından vampir olduklarına inanılırdı.
Burada psikolojik faktörlerde büyük rol oynamaktadır. Eğer kitlesel olarak bir vampir inancı var ise, onlar bunun gerçek olduğunu düşünmeleri normaldi ve bilim dışı inançların etkisinde olan bir kitleden nasıl gizemli veya doğal fenomenleri açıklanması beklenebilir ki? Vampir inancı da bu şekilde açıklanamayan şeylerin dayatıldığı bir kültür olarak günümüze kadar gelmiştir. Cehalet ve korkunun, hurafelerin kuvvetlendirilmesinde ve yayılmasında çok önemli katkısı olmuştur. Ve günümüzde ya da gelecekte olan olaylarında önümüze bakmak için, insan ruhsal yapısı değişmedikçe vampirizm olgusundaki meydana gelen sonuçların başka varyasyonlarının üretilmesinin an meselesi olduğunun aşikar olduğunu söylemek gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder