10 Mart 2012 Cumartesi

Günah Şehri POMPEİ


Roma İmparatorluğu’nun ihtişamını yansıtan Pompei şehrinin trajik sonunu bugün yeryüzünde bilmeyen hemen hemen yok gibi. Vezüv Yanardağı’nın eteklerinde kurulu olan Pompei ve Herculaneum, Roma’nın ‘‘zevk şehirleri’’ydi. Zengin ve asil Romalılar, genelevleriyle ünlü bu iki kentte hayatın tadını çıkarırdı.

Pompei ve Herculaneum kentleri, milattan sonra 79 yılının 24-28 Ağustos tarihlerinde birdenbire faaliyete geçen Vezüv Yanardağı’nın külleri altında kalarak yok oldular.Pompei’nin böyle bir felaketle yeryüzünden silinmesinde elbette çıkarılabilecek dersler vardı. Tarihi kayıtlar, şehrin yok olmadan önce tam bir sefahat ve sapkınlık merkezi olduğunu gösterir.

Şehrin en belirgin özelliği, fuhuşun çok yaygın olmasıydı. Ancak Vezüv’ün lavları bir anda tüm kenti haritadan sildi. Olayın en ilginç yanı ise, kentin günlük yaşantısı içinde, Vezüv’ün korkunç patlamasına rağmen, kimsenin kaçamamış ve adeta olduğu yerde donakalıp felaketin farkına bile varamamış olmasıydı.

Yemek yiyen bir aile, o andaki gibi aynen taşlaşmıştı. Sapıklıkları esnasında taşlaşmış pek çok çift bulunmuştu. Daha da önemlisi, bu çiftler arasında, aynı cinsten olanlar, küçük erkek ve kız çocuklar da vardı. Pompei kalıntılarından çıkarılan taşlaşmış insan cesetlerinin, bazılarının yüzleri hiç bozulmadan kalmıştı. Genel yüz ifadesi şaşkınlıktı.Herculaneum’da insanlar sert lav kalıntılarının altında kaldıkları için bozulmadan çıkarılabilmiş ama Pompeii’de tam aksine yumuşak küller arasında kaldıklarından çıkarma esnasında toz gibi dağıldıkları için dayanabildikleri son seviyeye kadar temizlenmiş, sonrasında ise iç kısımlarına sıvı alçı dökülerek sertleşmesi beklenmiş ve ancak bu şekilde çıkarılabilmiştir.Bu resimlerde görülen bazı taşlaşmış insan görüntüleri şu şekilde elde edilmiştir ;

Bugün, kalıntılarından anladığımız kadarıyla felaket günü şehirde normal hayat devam ediyordu. Akşam yaşanacak rezillikler için hazırlıklar sürdüren insanlar o gün havanın oldukça boğucu olduğunun farkındaydılar. Üstelik çok hafif olan bir yer sarsıntısını da hissetmişlerdi ama önemsememişlerdi. Saat 13.00 sularında hafif bir kül yağmuru başlar. İnsanlar, el darbeleriyle silkelenebilecek olan bu külü önemsemezler. Muhtemelen yaşlı Vezüv daha önceleri de böyle ufak tefek faaliyette bulunmuş olmalı ki halk; “birazdan geçer” düşüncesiyle aldırış etmemiştir.Ancak kül yağmurunu önce lapilli (küçük taşlar), sonra bir kaç kiloluk sünger taşlarının gelmesi takip edince tehlikenin büyüklüğü ortaya çıkar. Halk, birden paniğe kapılır, yükte hafif pahada ağır eşyalarını sırtlayarak limana doğru delicesine kaçışmaya başlarlar. Ne var ki iş işten geçmiştir artık.Evlerine sığınanlar, yoğun kükürt dumanından boğulmamak için kendilerini dışarı atmakta, bu defa da üzerlerine yağan taşlarla helak olmaktaydılar. Korkunç felaketten kimse kurtulamamıştır. 48 saat içerisinde 18 km. lik bir alan içerisindeki Pompei ve diğer şehirler lavlar altında kalmıştı. Bunlardan yalnız Pompei’de 16 bin kişi, nüfusun tahminen %80′i yok olmuştu. Vezüv öylesine kuvvetli püskürmüştü ki, kül bulutları, felaketi haber verircesine Anadolu, Suriye hatta Mısır’a kadar uçuşmuştu.1748 yılında ciddi bir şekilde kazılar başlatıldı. Dünyanın pek çok yerinden bilim adamları akın ederek şehir bugünkü görüntüsüne kavuşturuldu.Lavlar Pompei ve komşu şehirleri öylesine konserve etmişti ki; bugün o insanların günlük yaşayışlarını, yeni kurulmuş bir film seti gibi görebilmekteyiz. Ocaktan indirilmemiş bir domuz yavrusu, fırından çıkarılamamış ekmekler, sırtlarındaki mücevher çuvallarıyla sokak kapısını açmaya çalışırken yığılıveren kadınlar ve erkekler, şehir kapısı önünde üstüste yığılmış cesetler, bir zengin evinde cenaze şölenine katılan ve yerlerinden kalkmaya bile fırsat bulamayanlar, evler, İsis tapınağı, tiyatro… Hepsi de yaşadıkları son anları dondurulmuş bir şekilde duruyor. Yazıcı dükkanında balmumu tabletler, kitaplıktaki papirüs tomarları, hamamlarda kaşağılar, meyhane tezgahlarında kadehler ve son müşterilerin bıraktıkları paralar, ev ve dükkan kapılarında sahiplerinin isimleri, umumi tuvaletlerdeki pislik bulaşıkları bile aynen duruyor.

Kayıp Uygarlık Şambala

James Hilton'un Lost Horizon (Kayıp Cennet) adlı kitabında ilk kez ünlenmesinden bu yana, Şangri-La pek çok kişinin hayal güçlerini kamçılamıştır. Bunun nedeni insanların neşe ve barışın olduğu, kimsenin yaşlanmadığı ve herkesin uyum içinde yaşadığı böyle bir yerin dünya üzerinde olmasını gerçekten istemeleri olabilir. Bunun Öteki Dünya'ya duyulan özleme benzediğini düşünüyorum.

Şangri-La'nın Tibet yakınlarındaki Himalaya dağlarında bir yerde bulunduğu tahmin edilmektedir. (Francine Himalayaların merkezinde lotus şeklinde bir şehir olduğunu ve orada dış uzaydan gelenlerin yaşadıklarını söylüyor. Bunlar Çin'deki dağlarda bulunan taş disklerin ve kristal kafataslarının Dropa'sı olabilir mi?) Bu gizemli yere Tibet yerlileri tarafından Şambala adı da verilmektedir. David Wallechinsky tarafından kaleme alınan The People's Almanac # 3'deki bir makaleye göre burası insanoğlunun evrimine kılavuzluk eden mükemmel ve yarımükemmel insanların yaşadıkları "Gizli Krallık" olarak bilinmektedir.
Şangri-La'nın dış dünyadan Tibetlilerin "kar bekçileri" olarak adlandırdığı psişik bariyerler ile korunduğu düşünülüyor. 1900'lerin başlarında bir ingiliz binbaşı Himalayalar'da kamp yapıyordu ve uzun sarı saçlı, çok uzun boylu, üzerinde hafif giysiler olan bir adam gördü; adam görüldüğünü fark etmesiyle birlikte hemen dik bir yamaçtan aşağıya doğru koştu ve gözden kayboldu. Bu olaydan söz ettiğinde onunla birlikte kamp yapmakta olan Tibetliler hiçbir şaşkınlık göstermediler ve ona bu adamın kutsal bölge Şambala'yı koruyan karadamlardan biri olduğunu sakin bir şekilde izah ettiler.Bir çeşit kar bekçisiyle ilgili daha detaylı bir anekdot 14 yılını Tibet'te geçiren Alexandra David-Neel tarafından aktarıldı. Kendisi Himalayalar'a yaptığı pek çok geziden birinde olağandışı bir hızla hareket eden bir adam görmüştü ve onu şöyle tarif etti:Son derece sakin ve etrafına kayıtsız olan yüzünü açıkça gördüm; gözleri ardına kadar açıktı ve yukarıda uzayda olan görünmez bir nesneye sabit bir şekilde bakıyordu. Adam koşmuyordu. Sanki kendisini yerden yukarıya kaldırıyo gibiydi ve sıçrayarak ilerliyordu. Bir topun esnekliğine sahipmiş gibi görünüyordu ve ayakları yere her değdiğinden zıplıyordu. Adımları bir sarkaçın düzenliğine sahipti.Şangri-La'yı arayan kişilerden bir hiç haber alınmadığı söylenmektedir. Onların bu tehlikeli yolculukta donduklarını ya da orada kalmaya karar verdiklerini hissediyorum.
Yakınlarda bulunan ve Şambala'nın geri kalan enerjisinden etkilenen bir manastır olduğu söyleniyor ve oraya giden birçok kişi inanılmaz iyileştirici etkiler yaşamışlardır.Birçok tarihçi Sanskritçe'nin Şangri-La'dan geldiğine inanmaktadır; Francine ise onun Lemuria'dan geldiğini söylüyor. Şambala veya Şangri-La'nın Tibet mistisizminin en yüksek formu olan Kalaçakra'nın kaynağı olduğuna da inanılmaktadır.Tibetteki dini metinler gizli şehrin fiziksel yapısını detaylı olarak anlatmaktadır. Her biri dağ halkası ile çevrelenmiş sekiz bölgeden oluşması nedeniyle Şangri-La'nın sekiz petalli lotus çiçeği tomurcuğuna benzediği düşünülmektedir. En içerdeki halkanın merkezinde başkent ve altın, elmas, mercan gibi değerli taşlardan yapılmış kralın sarayından oluşan Kalapa bulunur. Başkent kristalimsi bir ışık ile parlayan, buzdan dağlar ile çevrelenmiştir. Şambala'nın teknolojisinin son derece ileri olduğuna inanılmaktadır; sarayda dünyadışı varlıkları incelemek için yüksek güçlü teleskoplar olarak işlev gören merceklerden oluşan özel çatı pencereleri vardır ve yüzyıllar boyunca Şambala halkı uçaklar ve yeraltı tünel ağında hareket eden arabalar kullanmıştır.
Aydınlanmaya giden yolda Şambalalılar medyumluk, büyük hızlarda hareket etmek ve istedikleri anda maddesel forma geçme ve gözden kaybolma gibi güçler edinmişlerdir.The People's Almanac şöyle diyor: "Şambala kehaneti krallardan her birinin 100 yıl boyunca şehri yöneteceğini ve toplam 32 kral olacağını içeriyor. Her kralın krallık dönemi sona erdikçe, son kral dünyayı kötülüğe karşı güçlü bir savaşı yöneterek kurtarıncaya kadar dış dünyadaki koşullar daha da bozulacak".Onların dini metinlerine göre, Tibetli rahipler dünyadaki herşeyin Şambala kehanetinde yazıldığı şekilde gerçekleştiğini ifade ediyorlar. Olacaklar hakkında herhangi bir bilgi vermiyorlar çünkü rahiplerin çoğu bu bilgi ile başa çıkamayacağımızı ve bunların bizi ilgilendirmediğini düşünüyor. Kehanet hakkında bildiklerimiz şunlardan ibaret: Tibet'de Budizm'in bozulması, tüm dünyada hüküm süren inanılmaz ölçülerdeki materyalizm, özensizlik, 21. yüzyıldaki savaşlar ve kargaşa Şambala kehaneti hakkında gerçekte ne kadar az bilgi sahibi olduğumuz ile örtüşüyor.